"Aşk imiş her ne var alemde!.."
Aşk, tek kişilik bir hayat.
Hayat; su,
hava, toprak ve ateş.
Aşk, yalnızca aşığı yakan nar.
Aşık, ateşe aşk ile atılan kahraman.
Aşk, aslında hiçbir zaman ulaşılmayan
ama hiçbir zaman vazgeçilmeyen hedef.
Aşk, hem var hem yok,
Aşk, Kafdağı'nda, periler ülkesinde.
Aşk, terbiye edici, olgunlaştırıcı,
kemale erdirici bir iksir.
Aşk, varlık ile yokluk arasında bir gidiş geliş.
Aşk yoktur, üzerinden zaman geçmeyince.
Aşk, bir tahammül sınırı, sabır taşı.
Aşk koşar çileye, acıya, hasrete, hicrana, gözyaşına.
Aşk kaçar, vuslattan, kavuşmaktan.
Aşk varsa, Mecnun var, Leyla yok,
Ferhat var, Şirin yok,
Kerem var, Aslı yok.
Aşk; büyüyen, çoğalan, artan bir varlık.
Aşk, sözü kelama ulaştıran bir tılsım.
Aşk, hiçlikten sonra varlık...
Ah mine'l-Aşk
Bir çoğalmadan ibarettir aşk, bir coşmadan, kabarmadan, büyümeden ibarettir.
Devamlı artmayan bir duygunun aşk olması ne mümkün?
Sözün var olduğu günden beri, en fazla sarf edildiği alan aşktır. Aşk üzerine
söylenmiş sözlerin sınırı yoktur. Belki söylenmemiş söz de yoktur; ama her
dönemde başka türlü söylenmekten dolayı çoğalan söz vardır. Söz nötr bir
varlıktır, üst derecesi kelam, alt derecesi laftır. Sözün kelam derecesinde konusu
aşktır. Söze en güzel manayı aşk verir. Bütün boyutlarıyla sözü aşkla
söylediğiniz zaman sözün güzelliğini hissedersiniz. Bir cümleyi aşkla yazın;
görün cümle ne kadar güzelleşir. Usulen yazılan cümleden muhatabın alacağı pek
bir şey yoktur.
Hayatın aşktan yoksun olduğu hiçbir zaman gösterilemez ki. Bitkinin hayatı olsun,
insanın hayatı olsun, dünyanın hayatı olsun, bütün hayatların her kademede aşka
ihtiyaçları vardır.
Aşkla bakmak; yürekle bakmak demektir. Göz sadece bir fonksiyonu yürütür; ama
fonksiyonun içini dolduran, onu sanata dönüştüren gönüldür. Biz gözümüzle
bakarız; ama gören gönüldür. Gönlümüzde aşk varsa, gözün gördüğü güzeldir.
"Yalnızca bir türlü aşk vardır; ama görüntüleri binlerce türlüdür"
der bir bilge. Üç çeşidini söyleyelim: Aşk beşeridir; şakayla başlar, sorumluluk
getirir. Gözden girer, gönülde yaşar. Surete meyledenler ziyandadır. Aşk
platoniktir; sohbetle başlar, zahmet getirir. Zihinden girer, gönülde yaşar. Siretini
süslemeyenler yol şaşırır. Aşk İlahidir; imanla başlar, vahdete götürür.
Gönülde doğar, gönülde yaşar. Sırrı saklamayanlar, başını verir. Aşk, Allahu
Teala'nın "Bilinmeyi istedim kainatı yarattım" buyurduğu noktada başlar. Ve
oradan bir ırmak gibi birdenbire coşkuyla akar, binlerce yola ayrılır, binlerce ırmak
oluşur. Bir baştan binlerce baş oluşur. Onun için bir türlü aşk vardır.
Varlığımızı sürdürdüğümüz medeniyet birikiminin içinde aşkın bütün
çeşitleri mevcut. Bugün dahi mevcut, biz hangi boyutunda yaşıyorsak aşkın, o
türlüsünü tadıyoruz demektir.
Beşeri aşkın (mecazi aşkın) İlahi aşka dönüşmesi tabii bir seyir. Pek çok
mutasavvıf İlahi aşk için beşeri aşkı ilk basamak olarak görür. Çünkü Allah
güzeldir, güzelliği sever. Mevcudattaki o İlahi kudretin eserine bakarak ancak bir
izden asla gidebilir, görüntüden orijinale geçebilir manasında beşeri aşkı ilk
basamak olarak görmüşlerdir ve atlamışlardır oradan. İşte; Leyla ile Mecnun.
Leyla'nın bir beşer olarak aşkını Kays'ın biriktirmesi... Kays içinde büyüyen o
aşkla ileride bir eşikten atlayarak Leyla ile bütünleştirmesi... Buradan da ileri
giderek başka boyutlara yol alması... Artık o Hallacın "enel hak" dediği
noktadır, o Nesimi'nin cübbemin altında "Allah'tan gayrisi yoktur" dediği
noktadır. Gerek baş verirsiniz gerek derinizi yüzerler. Sırları ifşa etmek
noktasında aşk biter.
Salt sırdır aşk. Aşk bir kişilik sırdır, iki kişiye müsaadesi yoktur.
Zaten aşk tekildir. Sevilen hiçbir zaman aşkın içinde değildir. Aşkın içinde
seven vardır o kadar. Sevilenin haberi bile olmayabilir aşktan, olması önemli de
değildir üstelik. Aşk tekil olduğu için sırları da, kederleri de, acıları da,
firkati de, hicranı da, gözyaşı da, ateşi de tekildir. Yani içinde bulunduğu ateş
sadece bir kişiyi yakar, gözyaşı da bir kişiden akar, ayrılığı bir kişi çeker.
Aşkı bunlar çoğaltır, aşkın "eksilmeyen fakat artan" özelliği aynı
zamanda buradan beslenir. Gözyaşı aşkı artırır, hicran, hasret bu duygular aşkı
devamlı büyütür, katmerler, yuvarlar bir çığ gibi.
Yani aşk, acı çekmeyi baştan göze almayı gerektiriyor.
Aşkın bir tarifi de acı ve bütün bu acılardan duyulan mutluluk. Onun ötesinde de
insanın kabiliyeti. Aşk her gönülde aynı kıvamda varolamaz. Gönül medeniyetindeki
gönüllerimiz aşkı değişik boyutlarda alacaktır, o zaman işin içine sırrı da
girer. Yani benim sırrım benim kalbime sığacak olan kadardır, daha ötesini
kaldıramaz. Sır, acı ve hasret varsa aşk vardır ve o aşk tekildir bir kişiyi
ilgilendirir.
Biz aşkı genel kabulümüzde "beşeri aşk" derken bir zaaf olarak
algıladık, "İlahi aşk"ı da bir hedef olarak gördük. Beşeri aşkın ve
İlahi aşkın ikisinin de aynı anda ve aynı bünyede tezahürü bir geçiş itibarıyla
mümkündür.
Ahsenü'l-Kasas buyurulmuş Yusuf Suresi'nde; aşkı anlattığı için bu sure. Mevlana
"Zeliha o hale gelmişti ki..." diyor, "... çörekotundan öd ağacına
kadar her şeyin adı Yusuf'tu onun için. Yusuf'un adını başka adlara gizlemişti,
mahremlerine bu sırrı söylemişti. Mum ateşte yumuşadı, dese; sevgili bize
alıştı, yüz verdi, demiş olurdu. Bakın ay doğdu, dese; söğüt dalı yeşerdi,
dese (...); başım ağrıyor, dese; başımın ağrısı geçti, iyiyim, dese hep ayrı
manaları vardı bu sözlerin. Birini övse onu överdi, birinden şikayet etse onun
ayrılığını söylemiş olurdu. Yüz binlerce şeyin adını ansa, maksadı da Yusuf'tu
onun, dileği de..."
Hiçbir insan bir kadına aşık olmayı veyahut da bir kadının bir erkeğe aşık
olmasını, "beşeri aşk" dediğimiz duyguyu yadsıyamaz, ayıplayamaz. Ne din,
ne de yasalar yasaklamıştır aşkı; yürekler Allah'a aittir çünkü. Gönül ki
Allah'ın evidir, aşkın her çeşidine itibar eder. Bütün milimetrekarelerinde aynı
sevgili olmayan bir gönül aşkı bilir mi acep?!. Bir kuru yakınlaşmayı, ilgiyi,
arzuyu aşk sanarak yaşanılan ömür adına va veyla ve va esefa!.. Bir Cemal'e kul, bir
Ahmed'e köle, bir Leyla'ya deli ve bir ışığa pervane olmayanın aşkı mı vardır,
ya aklı mı vardır ki!..
Alem bir aşk için yaratılmış ve "Aşk imiş her ne var alemde!.."
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl
Muhammed'siz muhabbetten ne hasıl.
Sevgi üzerine kullanılabilecek bütün mecazları üstüne alınmadır aşk. Aşk
acıdır, hasrettir. Hicran ve hayrettir, firkat ve gurbettir. Gözyaşı ve ahtır;
tazarru ve münacattır. Aşk ölümdür, can vermedir, kurban olmadır.
Canların birbirinde kaynayıp erimesidir; canların can özünde yitirilmesi ve
aranmamasıdır aşk. Parçalara böldükçe demiri, mıknatısi güçle bütün
parçaların yine birbirlerini aramalarıdır. Arama gücünü yitiren, zayıflatan,
küçülten parçalar bırakır; ancak birbirini kovalamayı. Taşın içinde saklı olan
ateştir aşk; bir kıvılcım çakınca kuşatır bütün evreni. Atom çekirdeği
etrafında saniyede iki bin kilometrelik hızla dönen elektronların karıdır bu.
Kudretin ve İlahi san'atın özündeki cevherden beşeri estetiğe akıp gelen ilhamdır
o. Bir şehre Uşşak bir köye Aşıklar adını vermektir. Aşk ki şiirde Su kasidesi,
mimaride Selimiye, musıkide Ferahfeza'dır. Aşk, haddehanelerden dökülen ateş, manaya
gebe sözdür. Aşk, meşktir.
"Kim aşık olur da iffetini muhafaza eder, halini gizler ve bu yüzden ölürse
şehit olarak vefat eder." diyen bir hadis-i şerif rivayet ediliyor.
Kalplerimizin incelmesi, yüreklerimizin güzellikleri tatması ve tanıması açısından
her insanın aşka ihtiyacı vardır. Bunu yasaklayamazsınız. Fakat gizlilik esastır.
Aşık olan insan aşkını herkese ilan edemez, bu ayıp bir şeydir. Çünkü sevgilinin
adı onun için kutsaldır. Sevilen insanın eskiden beri adının ulu orta söylenmesi
aşık'ı incitir. Aşık olmak değil, aşkı söylemek ayıptır. Çünkü aşk bir
sırdır dedik. Aşkı mutlaka kötü yorumlamamak lazımdır. Çünkü aşk
olgunlaştırıcıdır. Gönlümüzle, Allah'ın işaretlerini görebilmemizi sağlayacak
en önemli vasıtalardan birisidir aşk. Gönlü açmak ancak sevmekle olur. Aşktan
kaçışta yoktur, siz istediğiniz kadar yasaklayın o, kişiye bir gün gelir Şeyh
Galib'in dediği gibi "Birden bire bu aşkı bu tuhfe bulanındır." (Tuhfe:
hediye)
Önce beşeri aşkın rafine edilmesi lazım, İlahi aşka yükselmesi için.
Bir insanın eşine veyahut da bir başkasına beslediği aşk-ı mecazi var. Daha sonra
bu insan Aşk-ı İlahi'ye yükseliyor. Bu hal ailesine karşı olan aşkında bir düşme
göstermeyecektir. İlahi aşkın içerisinde beşeri aşkın cüzleri zaten mevcuttur.
İlahi aşka vasıl olmak bilakis beşeri aşkların temelini sağlamlaştırır. Denizin
içinde damla vardır; ama deniz damladan ibaret değildir. Bugün aşkla ibadet edebilen
bir insan, yarın ibadet eder gibi aşık olabilir. Bugünkü işini aşkla yapan da,
aynı işi yarın aşk ile yapamayabilir.
Aşk sayesinde insan ebedilik kazanır ve lamekan olur. Aşk bir hiçliktir tasavvuf
neşvesinde. Fakat o hiçlikte kendinizi "hiç" hissettikçe var olursunuz ve
hiçlik büyük bir varlığa sebep olur. Can verirsiniz; ama can verdikten sonra
yaşamaya başlarsınız, kendinizi feda edersiniz feda olduktan sonra şöhret olursunuz.
"Güzelsiz olmazız amma oluruz etsiz ekmeksiz".
Beşeri boyutta aşkın mekanı ve zamanı çok kısıtlı, insanlar sadece birisinin
gözlerini görebiliyor. "Küçüksu'da gördüm seni, gözlerinden bildim seni"
gözlerinden başka bir yerinden de bilmesi mümkün değil zaten. Böyle bir kıyafet,
böyle bir toplum yapısı, sokakta olmayan bir kadın. Beşeri aşkın sadece gözyaşı
getirdiğini, sadece acı getirdiğini, dolayısıyla bizim şairlerimizin de
"sevgili" diye hitap ettikleri insanların ancak kokularını duyabildikleri;
saba yeli sevgilinin saçının kokusunu getirdiği zaman, acısının en fazla olduğu,
yoldan geçecek diye günlerce yolda beklemek, bir haber gelecek diye bir süzgün
bakışına, bir gamzeli bakışına muhatap olurum diye günlerce uykusuz kalmak. Bütün
bunlar içerisinde beşeri ilişki ve birliktelik çok sınırlı. Bu sınırlılık
aşkın bir gömlek daha yükselmesini sağlayabiliyor. İçinizde büyütüyorsunuz,
hasretin çoğalması aşkın da çoğalması demek.
"Eyitti ol peri bir gün düşüne gireyim bir şeb/ Sevincimden nice yıllar
geçiptir görmedim uyku" : O sevgili bir gün bana dedi ki hadi gönlün olsun
rüyana gireceğim bir gece, bu sözü duyduğumdan sonra sevincimden nice yıllar
geçiyor hala uyku uyuyamadım. Böyle bir tek söz, bazen bir çift göz ömür boyu
süren bir aşkın merkezidir. Böyle bir toplumda o güzellikten, o sözden yola çıkan
insan İlahi aşka gidebiliyor.
Aşkın en büyük özelliği ruh terbiyesine müsait olması. Seven daima niyazda,
sevilen daima nazda. Sonuçta insanın yaratılışındaki özü, mutlak suretle
hissetmesini sağlayacak bir acı ve kederle kalbi yumuşatmak, mumları eritmektir. Kalp
mumlaşıp mum da eriyince ister istemez bir yanış, " Hamdım, piştim,
yandım" olur. Yanma son noktadadır. Artık çeşitli tecellileri kabul etmeye
hazırız; hoşgörü, affetme, sabır ve hatta bütün ömrünüz boyunca
ulaşacağınız duyguları kapsar. Bunu yapmadıkça, kalp çiğ kalır, ister istemez
meseleleri de hazmetmek zor olur. Onun için ayrılık vardır, acı ve hasret vardır.
Aşkta vuslat yoktur, vuslat olduğu an aşk yoktur. Vuslat aşkın düşmanıdır
üstelik.
Bugünün nişanlılıkları üç ay, evlilikleri iki-üç sene sürüyor. Çünkü aşk
diye yaşanılan şeyler riyakarca yürütülen bir oyundan ibaret. Her iki taraf da
gerçek yüzlerini gizliyorlar, karşı tarafa hoş gelecek geçici bir hale
bürünüyorlar. Oğlan bir simit alıp gelesiye kadar, kız yeni bir sevgili bulabiliyor
mu kendine, ona bakmak lazım. Bu kadar vazgeçilebilir duygulara aşk diyebiliyorlarsa
onu sorgulasınlar.
Aşk sorgulanmalıdır; bir ilgi midir, bir sevgi midir, bir tutku mudur. Anormalliktir;
ama bu anormalliğe geçiş sürecinde bizim duygularımızı hangi derecede, hangi
merhalede tuttuğumuza bağlı. Bir üstünlük, bir ayrıcalık vesilesi yani. Oysa
bugün hepsine aşk diyoruz, hatta cinselliğe bile aşk deniyor, aşk yapmak aşk adına
çok küçültücü bir şey üstelik. İnsanın bir ilgiyi aşk sanması; onun
aşkıdır; fakat aşkın ancak bir nebzesidir. İçinde aşk yok değil mutlaka vardır;
ama aşkın ne kadarıdır işte ona bakmak lazımdır. Mutlak aşktan herkes ancak nasibi
kadarını alabilir.
Bir şeyin aşk olabilmesi için tutkulu olması, patolojik olması, anormal olması
gerekir.
İştahla yemek yerken hatırlayıp sevileni, yemek boğazda düğümleniyorsa; derin
uykularda görülen rüyadan sonra bir daha uyku girmiyorsa gözlere, şen bir mecliste
adı anıldığında onun, inziva engin bir boyut kazanıyorsa, hamasi bir söylevin tam
ortasındaki bir kelime, bir cümle ne dediğini bilmezleştiriyorsa insanı, işte odur
aşk. O ki, göz kapakları kapandığında karanlıkları son bulmuyorsa, ne cür'et
aşktan söz edile!?.
Eskiler "Ah mine'l-Aşk" yani "Ah aşkın elinden!..." demişler.
Galiba biz de "Ah Bine'l-Aşk " yani "Ah aşka ulaşmak!..."
demeliyiz.